Kaç çocuk doğurduğunu o bile unutmuştu, sorulduğunda kimi zaman on iki
derdi, kimi zaman on dört. Doğduktan sonra ölenlerle doğmadan önce düşenleri
saymazsa dördü kız, dördü oğlan sekiz çocuk yaşattı bu dünyada. Çocuklar
birbirini büyütmüş, biri ağabey olunca gelene babalık, diğeri abla olunca yeni
doğana annelik yapmak zorunda kalmış. Tarla işi bitmezmiş çünkü; akşam olsa da
bitse, damda inekler beklermiş yemlenmek, sağılmak için. Böyle olunca çocuğa da
toruna da, ineğe, koyuna, kuzuya da doymuş gitti babaannem.
Giderken çocuklarından kimi geçim, sağlık sıhhat derdindeydi, kimi
çocuğunun geleceğinin derdindeydi. Cenazesine kimi gitti, kimi gidemedi. Ne
dertmiş be! Kimsenin derdi bitmek bilmedi. Dünyaya dertli geldik dertli
gideceğiz nerdeyse. Planlar yapıldı, planların planları yapıldı; azı oldu, çoğu
olmadı… Uykular hep endişelerle bölündü,
kimse keyiften sabahlamaz oldu.
Yoksa fazla mı genelliyorum?
“Ölüm Allah’ın emri de ayrılık olmasaydı” demişler; ama ölüm de ayrılık
bir yerde. Acısının ölçüsü varsa kimden ayrıldığına göre değişir elbet; ama
herhalde en acısı sevdiğinden ayrı düşmektir. İki yıl kadar önce İsveç’te bir
ay evinde misafir olduğumuz emekli bir öğretmen, bana o zamanlar garip gelen
bir biçimde yaşıyordu eşini kaybetmenin acısını. Evinde kaldığımız süre boyunca
eşine dair bir ize, bir fotoğrafa bile rastlamadık. Hakkında soru da soramadık.
Sonradan kızlarından öğrendiğimize göre meme kanserinden yitirmişler onu. Ama
bu hayat dolu adam, hiçbir şekilde ölüme soluk aldırmıyordu evinde, sohbetinde.
Belli ki her şeyi kendi içinde yaşıyordu. Kendini hayatın akışına öyle bir
uydurmuştu ki doktora tezi yazan ve yoğunluktan bunalan benden daha yoğun bir
gündemi vardı her gün (gerçi bu normal galiba). Ekonomik durumu iyi olmayan
göçmen çocuklarına karşılıksız matematik dersi veriyor, şehirde olup biten ne
varsa takip ediyor, çoğu son bilimsel gelişmelerle ilgili olan seminerleri
takip ediyor, torunlarını gezdiriyor, bahçesine bakıyor, ormanda her sabah
köpeğiyle geziyor, spor yapıyordu. Biraz da kuzey insanının yaşama bakış
kültürüyle ilgili herhalde bu. Biz Türkiye’ye döndükten kısa bir süre sonra
köpeği öldü. O güne dek facebook’ta profil fotoğrafı olarak kullandığı
köpeğinin resmini anında hâlâ yaşamakta olan kedisininkiyle değiştirdi, aynı
gün! Hiçbir şekilde ölümün izine, resmine bile geçit vermemekle beraber kendini
yaşamdaki en inatçı canlılardan dokuz canlı Maya’yla temsil ediyordu. Çok
manidar gelmişti, ama bunu onunla konuşma cesaretini kendimde bulamadım hiç.
Belki bu gidişimde konuşurum, çünkü şairin dediği gibi:
<<Hayat kısa,
Kuşlar uçuyor>>