Tuesday 20 September 2011

Küçücük fıçıcık içi dolu gülücük

Bazen kendi kendine bir şeylere gülümserken diğer masalara bakıp başkalarının da aynı anda gülümsediğini görürsün ve dikkatin hemen o ana yönelir. Aynı anda birçok kişiyi gülümsetecek neler olmuş olabilir? O anın sihri nedir? Şaka-espiri her neyse, ama gülümsemenin bir formülü var mıdır? Şu koşullar altında, şu sıcaklıkta bu kadar esintide x ile y'yi karıştırırsan 1 gram gülücük + 2 mol gamzecik oluşur gibi, mesela?

Ya da şöyle düşünelim; tüm dünya üzerindeki herkesi aynı anda gülümsetebilecek (en azından) tek bir şey var mıdır? Bir dildeki espiri diğer bir dilde saçmasapan bir şeye karşılık gelir ya da hiçbir şey ifade etmezken bu sorunun cevabını veremiyorum. Ama olsa ne güzel olurdu :)


Uykularımı kaçıran şehir


Gittim, özledim. Rüyalarıma girdin.

Geldim. Vaktim bol, seni sevmeye karar verdim. Sevmek kendiliğinden olmuyor bazen, algı yönlendiriyor sevme halini. Bir şeyi hiç sevmezken sever duruma gelebilir misin? Ya da hakkında bir yargın yokken sevmeye başlayabilir misin? Herhalde ikincisi daha kolaydır.

Ben şimdi üçüncü bir yol deneyeceğim. Unutmayı. Daha önceki algılarımı, görüp duyduklarımı unutarak sevmeyi. Yine de önce bir varsayıma tutunmaya ihtiyacım var: Özünde herkes gibi her şehir de iyidir. (Buradan başlayalım ve bunun üzerine kuralım ilişkimizi.) O halde özde sen de ben de iyiyiz. Belki birbirimizi çok az tanıyoruz, belki önceden tanı(n)maya hiç fırsat vermedik. Şimdi sen beni tanı, ben de senin peşine düşeyim. Ayaklarımı hisset, kalp atışlarımı. Sesime kulak ver, soluğumu ayırt et. Gününü geceni, önünü ardını bileyim. Sen pek konuşmazsın ama sessizce dillendirdiğin sebepleri dinleyeyim.

Daha önce de bakmıştım ben bu boşluğa. O zamanlar ne hissettiğimi unuttum gitti... Şimdi o boşlukta yazılacak bir hikaye görüyorum, oynanacak bir perde, bırakılacak iz, elinden tutulacak çocuk, öpülecek dudaklar. Şimdi o boşlukta senin kendini resmetmeni bekliyorum, aklımdaki fotoğrafını sildim.

Hoş geldim.   



Saturday 17 September 2011

Âlâ Tav


Şapka işaretleri olmadan ve bitişik yazıldığında yarı yaş yarı kuru toprak mânâsına gelen yukarıdaki tamlama bu haliyle bende "en güzel kıvam, en âlâ tav" anlamını çağrıştırıyor. Niyesi şu; dün gece İstiklal'in en güzel hallerinden birinde ve bana göre hoş bir zamanlamayla Alatav'la tanıştım. Aslında karşılaştım ama tanışmak için birkaç parça dinleyip ritimlerine sallanarak ayak uydurmak ve onların hâlet-i ruhiyesine bürünmek yetti.

En ön planda duyulan santur yanlarından ayrılırken de düşüncelerimin gerisinde fon müziği olarak çalmaya devam ediyordu. Aceleciliğe alışmış beynimi, yürüyüşümü terbiye edercesine sabırla, incecik, su gibi. Gitar ve perküsyon santurun bilgeliğiyle uslanmış, ustanın ardındaki çıraklar olarak onun ayak izlerinden ilerliyordu sanki. Vokaller Paulo Coelho'nun arşınladığı çöllerde kızgın kuma paralel giderek nerde başladığı, nerde bittiği bilinmeyen vahalara sesleniyordu. Dilleri Anadolu'dan, ama her bir yanındandı.

Onlar bir mola vermek için soluklandıklarında tavlanmış olarak sallanmaya devam eden ben genelde sokakta yapmadığım bir şey yaptım. Yaklaşıp kutularındaki CD'lerden bir tane satın aldım (az kalsın param yine çıkışmıyordu, neyse ki sadece 10 liraydı da denkleşti). Alın siz de şununla tav olun: http://vimeo.com/7937497

Friday 16 September 2011

Mini mini bir kuş donmuştuuu...

İlla zıtlaşıcam ya...geleneksel "herşeyin küçüğü (bazen de yavrusu olur bu) güzel" önermesini çürütecek bir koşul arardım çocukken. Düşünüp düşünüp bulamazdım. Ben büyüdükçe daha da güzel geliyor bu önerme.

Hayaller ülkesinde herşey büyük. Geçen gün, kocaman bir jipin şoför koltuğunda uyuklayan minicik bir uzakdoğulu kadın gördüm. İnsanlar büsbüyük arabaları seviyor burada. Güçlü mü hissettiriyor sahibine, cebi kalın mı duruyor onun içinde, bilmem...o büsbüyük arabalarda çalan müzikler de kocaman. Sohbetlerde duygular kocaman görünürde, iki lafın biri "great!", "awesome!"...

Tabaklar ve öğünler kocaman. Bulabileceğiniz en küçük bardak bizim çayı soğutuyor diye burun kıvırdığımız kupa. Kahve aldığımda hep en küçük boyunu istiyor, yine de bitiremiyorum.

Herkes ve herşey büyükken kaybolması kolay. Oysa insanı insan yapan şeyler küçük değil mi ?. Uzaklıklar büyük, memleketimin dokunan ezgileri minörken. Özlemek minör. Sessizlik minör.

Deli gibi haykırmak isterken, senin için endişelenen yürekleri anımsayıp yutkunmak...minör.

Saturday 10 September 2011

Açılsın bellek kapısı

Bazı kapılar vardır, içeri bir kere girdin mi sen o eski sen değilsindir artık. Gürültülü bir yol kıyısında bahçesine daldığında huzuruna sığındığın eski bir ilkokul şefkati gibi, çınar serinliğinin gölgede yüzünü yalayıp okşaması gibi, rüzgarın kulağına usul usul bir ninni fısıldaması gibi başka bir faza geçersin. Anneannen eskileri masal anlatır gibi anlatırken senin dizlerinde rüyaya dalman gibi, bir gurbet türküsünde uzağa gidip el sallaman gibi, başka yerdesindir artık.

Beyoğlu Sahaf Festivali’nin (hayali) kapısından girdiğimden beri ben de eski ben değilim bundan böyle. Eskinin kokusu, yeninin tozu, dokunulmuşluğun, yaşanmışlığın anısı donup kalmış kitapların, plakların üzerinde. Sarı sayfalar, altı çizili satırlar en sevdiklerim. Hele bir de kurutulmuş kalmış bir çiçek çıkarsa şansıma…

Sonra o kitap sarrafı olduğu kadar insan sarrafı olmuş sahaf amca ve teyzeler… Beraber yaşamış ve yaşlanmışlar gibi kollamaları kitaplarını, göz ayırmamaları raflarından. Gelene pek bakmayan, esas gidene, el değiştirene çivilenen gözleri, son bir “hoş tutul” duası üfler gibi.

Cebimden bozuk para çıkmadı, tezgahtaki amcaya dedim ki “şunu bana saklar mısın, pazartesi geleceğim yine”; sanki hemen alıp gitmediğimden memnun gibi gülümsedi, “pekala” dedi, “bir hafta sonu daha eskiriz kıymetliyle”.

Tuesday 6 September 2011

Çaaay

Şöyle bi temiz kaynaklarımızı sabitliyim. Lazım olur sonra :)


Salı günleri saat 10:30'da AçıkRadyo 94,9 yayinlanan KOKU'da ilk hafta (06.09.2011)

 


-- T’e ~ thee ~ tea, veya ch’a ~ chai ~ çay
-- Çay kokusunu veren uçucu moleküller nelerdir?
-- Kimler çayı içine tereyağı atıp içerler? Bu ne ki, içine kaymak atıp içen de var : )
-- “Yüce Yetiştirici”, “Yüce İyileştirici” ve “Yüce Koca” Shen Nong’un bardağına düşen yapraklar
-- Göz kapağınızı keser ve yere atarsanız, o yerden çıkan ve uyku kaçıran bitkiye ne isim verilir?
-- 1000 yaşındaki ağaçtan çay toplanır mı? Hadi toplandı, o toplanan çay 50 yıl bekletilir mi?
-- Beyaz Çay, Sarı Çay, Yeşil Çay (Nurgül değil!), Oolong çayı ve Siyah Çay aileleri
-- Çay kokulu parfümlere örnekler


A short history of TEA




Salı günleri saat 10:30'da AçıkRadyo 94,9 yayinlanan KOKU'da ikinci hafta (13.09.2011)


-- “Orange Pekoe Çayı” ne demektir ve gerçekten portakallı mıdır?
-- Doğrusu “siyah çay” mıdır, “kırmızı çay” mı?
-- Fabrikadaki askerler yeni bir çay türüne nasıl sebep oldular?: Lapsang Suchong
-- 150 yıllık Mariages Fréres Çay Şirketi ile parfüm dünyasının kesiştiği yer
-- Japonların çay içme töreni: Chado
-- “Moskof Çayı” nedir? Çaycılık neden Bursa’da gelişemedi?
-- Çay Harmanı nedir? Harmanlamaya neden gerek görülür?
-- Hollanda Milli Takımı neden turuncu forma giyer?















Son olaraktan....

Azeri ninni'nin solisti Şövkət Ələkbərova'dan:

Çay Mahnısı


Kimin ağrıyır canı
Okşayıptı mercanı
Her bir derdin dermanı çay çay çay

Armudu istikanda çay
Üregimiz yananda çay
Aranlısan dağlısan çay çay çay
Etirlisan dağlısan çay çay çay

Herkese gelse gonah
Lazım değil soruşmah
Gelsin yemehten gabah çay çay çay

Gışın garlı savunda
Yayda gırda bayırda
Gezir ne sorağında çay çay çay

Armudu istikanda çay
Üregimiz yananda çay
Aranlısan dağlısan çay çay çay
Etirlisan dağlısan çay çay çay

A gülüm ey
Alın gelin elleri
Kimin yohtur heberi
Okşayıptı mehmeri çay çay çay

Armudu istikanda çay
Üregimiz yananda çay
Aranlısan dağlısan çay çay çay
Etirlisan dağlısan çay çay çay

Üregim çay çay çay
Etirim çay çay çay
Mehmerim çay çay çay