Gözlerimi kapayınca hep o aynı taş yokuştan aşağı iniyorum. Çıkması
epey zor bu yokuşu, ama inmesi de her babayiğidin harcı değil yani... Hele hele
yüksek topuklu hanımlar, patileri narin kediler, bastonuyla yürüdüğü yeri
yoklayan yaşlıca beyefendiler illa ki takılır o taşlara. Benim tecrübem
takılmak değil de, nerede duracağını bilememek daha ziyade. Misal; hızımı
alamadığım bir gün kendimle beraber herkesi tepetaklak edeceğim diye ödüm kopmuştu.
İşin kötüsü o hızın coşkusuyla uyarıları da duyamam etraftan! Kendimden başkasını duymuyor kulaklarım hız
sarhoşuyken. Hem zaten duysam n’olacak, o
an sadece ben varım, hayal var, düş var. Durduracak olanı gösterseler bir güzel
paylarım.
Bazen de –ki bu gözlerim açıkken oluyor genelde- çıkmak
istemem o yokuşu çıkmam gerektiğinde. Arkamdan biri ittirsin isterim. İkna
etsin tepede güzel şeyler olduğuna, kuşların uçtuğuna, saksılardan taşan
sarmaşıklara, pencereden sarkan tatlı âşıklara. Yorulmak için bir sebebim
olsun, dizlerimin ağrısına değsin, biri beni görsün ve belki bir dahaki seferlerimi
tekrar tekrar beklesin.O kadarcık.
şunu da kayıtlara geçirelim: hasta olduğu için evden çıkamayan kızın sokaktan geçen adama olan aşkının şarkısı; her gün aynı saatte pencereye çıkmasına sebep olan aşkının: http://www.youtube.com/watch?v=3SuPUtTvua4
ReplyDelete