Uçaklar geçiyor, beyaz kanatlı. Başkasını duyurmamacasına
bastırıyor göğü çığlıkları.
Bir gün olsun binmedim uçağa, bırakarak yeryüzünde ufalanları.
Binsem nereye mi giderdim? Onu da bilmiyorum ya, işte herhangi bir ülkenin
herhangi bir şehri olsun. Hani şöyle memleketin dertlerini unutayım, çoluk
çocuğun zırıltısından kaçayım, bir Pazar’ı da Pazar bilip dinleneyim desem deva
olmaz mıydı bir uçumluk gökyüzü?
Şu dükkânda geçti ömrüm. Her sabah 8’de aç, perdeleri arala,
kapının önünü süpür, günün ilk müşterisini bekle, sonra da yalnız kalabilmeyi
bekle. Bekle kalırsın… Gelenim gidenim bitmedi ki hiç! Kimi bir lokmalık peynir
için gelir, kimi arada laflamaya uğrar, kimi kapı komşusu esnafı kötülemeye koşar,
kimi de mahallenin tellalıdır, sen sormazsın, o söyler. Ben ne zaman kendim
sorup kendim söyleyeceğim? Kendimi dinleyeceğim? Hatta belki kendim başka şey
diyecek, ben başka şey diyeceğim?
Alın size 1 Nisan şakası! Açmıyorum dükkânı. İstediğiniz
yerde konuşun, istediğinize sorun soruşturun nereye gittiğimi. Yokum ben; uçağa
binip gezeceğim. Yarın başka bir şehirde uyanacağım, belki öbür gün, öbürsü
gün de… Sormayın ne zaman gelirim. Yeni pabuçlarımı bu sokakta eskitmeyeceğim.