Wednesday 29 June 2011

Yük...sözcük...

Bu kez, dışarıdan oydum onu bir iğneyle ve incecik bir bıçakla, dıştan içe...kutsal bir fil gibi Hindistan oyması, dıştan içe, ince ince...

Bir kez daha çıkıyorum yola
sırtımda Hindistan oyması yükümle
kanatlarım açılmış bir o incelikte
Sisyphos'u öperek alnından
yeni yaşların çizdiği ince yol
yüzümde
......

Sözcüklerin gücü çok fazla hem, hem duyulmak istenmediğinde inkar edilebilir kolayca...öyle mi? inkar etsek te tortuları kalır mı iç dünyamızın köşelerinde, gramajda hafif, yükte ağır biçimde ?

Asadur Ahparig

Lisans sırasında takıldığım Halk Bilimi topluluğundan ayrı düşen 3 arkadaş güzel bir blog yazadurmuştuk. Taa ki biri Ebru gibi Amerika'da doktoraya başlayacak olmanın heyecanı ve kafa karışıklığıyla, diğeri de ek$isözlük'te yazar olduktan sonra orada yazıp-çizmeyi daha pratik bulmasıyla yazmayı terk edene kadar. Bir ben kalmıştım aktif yazan, ben de kendi kendime yazmaktan sıkıldım son 2-3 aydır. Güzel bir tecrübeydi ama bitti işte. Her şeyin bir ömrü var demek lazım galiba. Gönül ister ki değişerek sürsün, ama olmayabiliyor. İnşallah ezgiliyurek'in ömrü uzun olur...

Bu blogda hakkında iki kez yazı yazdığım bir insan vardı: Edinburgh'dayken Farsça kursunda tanıştığım Asadur Ahparig. Bugün kendisiyle biraz telefonda muhabbet ettik. İstanbul'da geçen sene açılıp kapanan, Ankara'ya ise anca geçen Mayıs ayında gelen Hrant Dink Vakfı'nın düzenlediği "Batılılaşan İstanbul'un Ermeni Mimarları" sergisinden detaylı bir katalog ile, kurs sırasında "olsa ne güzel olur" dediği ve hatta İran'a geziye gidenlere ısmarladığı (lakin hiç getiren olmamıştı) Farsça yazılı bir İran haritası yolladım. Telefonda adını gördüğümde teşekkür etmek için aradığı biliyordum. Ama öyle böyle değildi, beni çok mahcup etti. Okumak isterseniz Asadur amca hakkında yazdığım diğer iki yazı şu bahsettiğim blogda:

http://badidimag.blogspot.com/search/label/asadur%20amca

Tuesday 28 June 2011

Kral Kelebeği ve direnmek




Kuzey Amerika'dan yola çıkıp 3200 km'den fazla bir mesafeyi, yaklaşık 70 günde tamamlayarak Meksika ormanlarına göç...bu göçmen bir kuş değil, turuncu-siyah renkleri ve 10 cm'ye ulaşan kanat açıklıklarıyla büyüleyici bir kelebek türü...
Her yıl bu yolculuğa çıkıyor ve günde ortalama 80 km yol alıyor kral kelebekleri. Meksika'dan Kanada'ya üç nesilde varıyor, ömrü 9 ay olan özel 4. nesil, Meksika'ya göçü tek başına tamamlayabiliyor.
Yolculuk boyunca milyonlarca kral kelebeği, hava koşullarından dolayı ölüyor. Nasıl oluyor da evrim sürecinde bu canlı, zorlu göç koşullarına rağmen varlığını koruyor ?
Umut-suz-luk ?

Oyunbaz kırlangıçlar zamanı

Bir senedir yeni farkediyorum, kampuste kır kırlangıçlarımız var*.Kırlangıcın minik boylusundan, kanatları parlak mavi renkli, kıvrık ve çatallı bir tür bu. İlk yuvalarını görmeyle fark ettim onları. Öğrencilerin sürü halinde yurtlardan dersliklere aktıkları, binalar arası bir koridorun üstüne yapıvermişlerdi yuvalarını. Buralar sürekli yağmurlu olduğu için bu yürüyüş yollarının üstü çatı döşemesiyle örtülü. Bir tanesi de işte o üst örtüsünün en görünür, elle dokunulur, insan eliyle bozulur kısmına yapmış yuvasını. Sonra yavruları oldu, viyk viyk inlettiler o koridorları bir süre. Benim çok şaşırdığım şey ise bize bu kadar güvenip, yuvasını o denli ulaşılabilir bir yere koyabilmesi olmuştu.

Buralarda kıştan sonra havaların ısınmasıyla daha mutlular sanırım. Dün kampusün düzlük alanında hava güzelken dolanmaya çıkmıştım. Aslında, dışarıda çalışmak için güzel ve sessiz bir mekan bakınıyordum. Ben geniş çimlikte yürürken, önümden bir kuş geçti.


Çok umursamadım başta, tek dikkatimi çeken adeta göğsünü çimlere değdirecek kadar yere yakın uçmasıydı. Sonra bir kuş daha önümden aynı saltoyla daireler çizerek kendini gösterip bir saltoyla arkama geçti. Herhalde içimden ikinci bir kuştur, diye geçirdim. Derken üçüncüyü de gördükten sonra kafamı çevirip takip etmemle aynı anda anladım ki bu minik kır kırlangıcı oyun oynamak istiyor. Ben yürüdükçe etrafımda fır dolayı dönüyor da dönüyor.

Yürüyüşümü yavaşlattım. O döndükçe ben de yüzümü ona döndüm. Yönümü değiştirdim çember çizmeyi bırakmadan takibe devam etti. Derken ikinci bir kırlangıç daha geldi. Ben de hem ufak adımlarla yürüdüm, hem de semâ dönenler gibi onlarla birlikte döndüm usul usul. 30-40 saniyelik bu oyunumuz çok keyifliydi. O gün yalnızlığımı da unutturdu. Hem de bilerek ya da bilmeyerek, benim onları araştırmamı, onlar hakkında daha fazla şey öğrenmemi sağladılar. Bu kadar insan canlısı evcilleşmemiş kuş görmek beni çok sevindirdi doğrusu.


* Buraya İngilizce Wiki linki koydum, çünkü her maddede olduğu gibi Türkçe kısmı zayıf. EN.wikipedia'da bu oyunbazların resimlerine, ses kayıtlarına, ve yaşama alışkanlıklarına dair çok şey bulunabiliyor.

Monday 27 June 2011

Burada görsen görsen ne görebilirsin?

Aşağıdaki meşhur çok-kararlı (multi-stable) psikolojinin deney resimlerinden. Farklı anlarda resmi farklı algılamak mümkün.



Aşağıdaki resmi ise Ebru'nun Sirtaki teklifini reddedip gittiğim Farsça Öğretim Merkezi'nde dersimi beklerken karıştırdığım bir dergide buldum. Aslında, dergideki bir otel reklamıydı bu. Bilmem siz ne görürsünüz, ama ben burada ilk etapta fırından çıkmış üstü çok şık Rumeli yazma figürleriyle dökme un kullanılarak pişirilmiş iki somun ekmek gördüm :)


Burası ayrı

Şimdi, bir şeyi belirteyim: iyi-kötü okunan ve kendine has gündemleri olan farklı mevzularda karalamalar yaptığım, bu hariç dört blog var. Yine de yazarken kendimi onların kalıbına koymuyorum. Kafa yormak ve aklıma gelenleri paylaşmak istediğim şeyi her halikârda yazıyorum, giderine göre bloglardan birine yolluyorum.

Bunu kendimi izzetlemek için değil, şunun için dedim: Onların yanında burası ayrı, daha özel, hem de kişisel benim için. Sanırım amacımız da zaten biraz buydu, Prologue da bunu tasdikliyor. E daha ne olsun, hayırlı olsun!

Prologue



Öyleyse...neden buradayız?


Çok temel bir ihtiyaçtan önce, insansızlığa direnmek için...özgürlüğe, insanın kendini varedebileceği bir dünya kurma niyetine karşı duran her şeye, beraber karşı durmak için.


Daha kendimize dair sonra, sesimize ses veren olsun diye...en karanlık duyumsanan zamanlarda, paylaştığımız kelimeler bulutları barıştırsın, durdursun yağmurları diye.


O zaman, tüm Sisyphos'lara Merhaba !




YILDIZLARDAN SÖZ AÇAN GERÇEKÇİ ŞİİR


Balkona çıktığımda, gecenin bu saatinde,

gözüme ilişen ilk yıldıza bakarken

aynı anda aynı yıldıza dünyanın bir yerinde

birinin daha baktığı geçerdi içimden.



Bir yıldızda buluşması gözlerimizin

yeterdi bana, daha ötesini istemezdim;

hangi kaygılar var yüreğinde, hangi düşüncenin

rüzgarıyla alevleniyor alnı, şimdi hepsini bilmeliyim.


Kemal ÖZER

Friday 24 June 2011

Ruhi Su ile BBC Londra'da sohbet

Bu kayıt, BBC Türkçe servisinin Ruhi Su ile 1975'te Londra'da yaptığı bir söyleşiden. Ruhi Su, bu mülakatta, o dönemdeki projelerinden ve sanat geçmişinden söz ediyor.



Ruhi Su üzerine bilinen nadir çalışmalardan birini Ali haydar Timisi yapmış. İTÜ DTMK'ya sunulan yüksek lisans tezinden, bu kaydın yapıldığı dönem şöyle anlatılmış:

"Ruhi Su ilk kez 1977 yılında Ahmet İsvan ve Necdet Uğur'un yoğun uğraşıları sonucu pasaport alabilmişti. Yurtdışına da ilk defa yine o yıl çıkarak, ülkemizden bir grup sanatçı ile birlikte, Berlin'de yapılan Nazım Hikmet haftasına katıldı. Büyük bir coşku ile karşılanan sanatçı, bu haftayı izleyen günlerde sık sık siyasal ve sosyal kuruluşların çağrılısı olarak Almanya'nın diğer şehirlerine, Hollanda, Belçika, İngiltere ve Fransa'ya giderek çok sayıda konserler verdi. Bu pasaportu ile son olarak Avustralya'ya gitti ve orada, çok ses getiren bir konser verdi..."

Thursday 23 June 2011

İyi ki geldin...



Hangi taşı kaldırsam
Anamla babam
Hangi dala uzansam
Hısım akrabam
Ne güzel bir dünya bu
İyi ki geldim
Süt dolu bir torbayla
Şöylece çıkageldim
Kime elimi verdimse
Döndürüp yüzümü baktımsa
Kısmet kapıyı çaldı
Kör pınara su geldi
Ben şakıyıp durdukça öyle
Gülün kokusu geldi
Bebesi olmayana
Bunalıp da kalmışa
Acılarla yüklü
Dargın yüreklere
Yetiştim geldim
İyi ki geldim

RUHİ SU