Wednesday 8 May 2013

İnsanlık halleri (2) - Yaşam ve ölüm üzerine



Kaç çocuk doğurduğunu o bile unutmuştu, sorulduğunda kimi zaman on iki derdi, kimi zaman on dört. Doğduktan sonra ölenlerle doğmadan önce düşenleri saymazsa dördü kız, dördü oğlan sekiz çocuk yaşattı bu dünyada. Çocuklar birbirini büyütmüş, biri ağabey olunca gelene babalık, diğeri abla olunca yeni doğana annelik yapmak zorunda kalmış. Tarla işi bitmezmiş çünkü; akşam olsa da bitse, damda inekler beklermiş yemlenmek, sağılmak için. Böyle olunca çocuğa da toruna da, ineğe, koyuna, kuzuya da doymuş gitti babaannem.

Giderken çocuklarından kimi geçim, sağlık sıhhat derdindeydi, kimi çocuğunun geleceğinin derdindeydi. Cenazesine kimi gitti, kimi gidemedi. Ne dertmiş be! Kimsenin derdi bitmek bilmedi. Dünyaya dertli geldik dertli gideceğiz nerdeyse. Planlar yapıldı, planların planları yapıldı; azı oldu, çoğu olmadı…  Uykular hep endişelerle bölündü, kimse keyiften sabahlamaz oldu.
Yoksa fazla mı genelliyorum?

“Ölüm Allah’ın emri de ayrılık olmasaydı” demişler; ama ölüm de ayrılık bir yerde. Acısının ölçüsü varsa kimden ayrıldığına göre değişir elbet; ama herhalde en acısı sevdiğinden ayrı düşmektir. İki yıl kadar önce İsveç’te bir ay evinde misafir olduğumuz emekli bir öğretmen, bana o zamanlar garip gelen bir biçimde yaşıyordu eşini kaybetmenin acısını. Evinde kaldığımız süre boyunca eşine dair bir ize, bir fotoğrafa bile rastlamadık. Hakkında soru da soramadık. Sonradan kızlarından öğrendiğimize göre meme kanserinden yitirmişler onu. Ama bu hayat dolu adam, hiçbir şekilde ölüme soluk aldırmıyordu evinde, sohbetinde. Belli ki her şeyi kendi içinde yaşıyordu. Kendini hayatın akışına öyle bir uydurmuştu ki doktora tezi yazan ve yoğunluktan bunalan benden daha yoğun bir gündemi vardı her gün (gerçi bu normal galiba). Ekonomik durumu iyi olmayan göçmen çocuklarına karşılıksız matematik dersi veriyor, şehirde olup biten ne varsa takip ediyor, çoğu son bilimsel gelişmelerle ilgili olan seminerleri takip ediyor, torunlarını gezdiriyor, bahçesine bakıyor, ormanda her sabah köpeğiyle geziyor, spor yapıyordu. Biraz da kuzey insanının yaşama bakış kültürüyle ilgili herhalde bu. Biz Türkiye’ye döndükten kısa bir süre sonra köpeği öldü. O güne dek facebook’ta profil fotoğrafı olarak kullandığı köpeğinin resmini anında hâlâ yaşamakta olan kedisininkiyle değiştirdi, aynı gün! Hiçbir şekilde ölümün izine, resmine bile geçit vermemekle beraber kendini yaşamdaki en inatçı canlılardan dokuz canlı Maya’yla temsil ediyordu. Çok manidar gelmişti, ama bunu onunla konuşma cesaretini kendimde bulamadım hiç. Belki bu gidişimde konuşurum, çünkü şairin dediği gibi:

<<Hayat kısa,
Kuşlar uçuyor>>