Bir gün olsun binmedim uçağa, bırakarak yeryüzünde ufalanları.
Binsem nereye mi giderdim? Onu da bilmiyorum ya, işte herhangi bir ülkenin
herhangi bir şehri olsun. Hani şöyle memleketin dertlerini unutayım, çoluk
çocuğun zırıltısından kaçayım, bir Pazar’ı da Pazar bilip dinleneyim desem deva
olmaz mıydı bir uçumluk gökyüzü?
Şu dükkânda geçti ömrüm. Her sabah 8’de aç, perdeleri arala,
kapının önünü süpür, günün ilk müşterisini bekle, sonra da yalnız kalabilmeyi
bekle. Bekle kalırsın… Gelenim gidenim bitmedi ki hiç! Kimi bir lokmalık peynir
için gelir, kimi arada laflamaya uğrar, kimi kapı komşusu esnafı kötülemeye koşar,
kimi de mahallenin tellalıdır, sen sormazsın, o söyler. Ben ne zaman kendim
sorup kendim söyleyeceğim? Kendimi dinleyeceğim? Hatta belki kendim başka şey
diyecek, ben başka şey diyeceğim?
Alın size 1 Nisan şakası! Açmıyorum dükkânı. İstediğiniz
yerde konuşun, istediğinize sorun soruşturun nereye gittiğimi. Yokum ben; uçağa
binip gezeceğim. Yarın başka bir şehirde uyanacağım, belki öbür gün, öbürsü
gün de… Sormayın ne zaman gelirim. Yeni pabuçlarımı bu sokakta eskitmeyeceğim.
Ümit Şenesen'den öykünün devamı veya onun gözünden kadının hikayesi diyelim: "İnanmayacaksın ama ben bu kadını tanıyorum. Küçük çocuklara verdiği şekerlerin bedeli çocukların elindeki paradan genellikle daha fazla oluyor. Bazı yumurcaklar bunu anlamışlar gibi bazen paralarının tamamını kadına vermiyorlar ama olsun, o aldırmıyor. Kendisinin ya hiç çocuğu olmamış ya da olmuşsa bile şu sıralar bir hayli uzakta. Buna canı yanıyor ama kimseye belli etmiyor. Uçaklara öyle bakışının bir nedeni de bu olabilir. Her uçak geçişte onun da iç çekmesine bakma sen. O sokağı öyle hemen bırakıp gitmez o, gidemez. Veresiye defterinde borcu kabarık olanlar, o giderse ne yapacaklar diye düşündüğünden gidemez. İnanmazsan bir gün gidip veresiye bir şeyler almak istediğini söyle, seni fazla tanımasa bile, bir kaç kez görmüş olması yeter. Hemen defteri çıkarıp senin için bir sayfa açacaktır. Bir dene..."
ReplyDelete