Yıllar oldu, ben büyüdüm, ayaklarım büyümedi. Pabuçlar çıkıverdi mi bir kutunun içinden sürpriz yumurta gibi! Sanki yüzyıllarca bu anı beklemişler, bağcıklara “acele etmeyin, sarkmayın kutudan dışarı” demişler, kuytu köşelerinde bilgelikle yukarıdan sızacak bir ışığa gözlerini dikmişler. Tortop olmuş iplikleri çöz çözebilirsen. Çözdüm tabii. Ve apar topar giyip sokağa fırladım bile. 30 yaşındaki ayaklarımı 17 yaşımın pabuçları içinde görmek ne komik! O pabuçlar hangi kaldırımları eskitti, hangi eşikleri aşındırdı kim bilir (bir onlar bilir)… Ayaklarım yara bereden kurtulmazdı sokaktan eve girmediğim günlerin koşturmacasında; belki hala kabuğu duruyordur iki bağcığın düğüm noktasında…
Sokaktayım ama sanki burada değil, ilk gençliğimin seke seke
yürüdüğüm ağaçlıklı yollarında. Kimseleri görmüyor gözüm, vızıltıları,
kornaları işitmiyor kulağım. Sadece ben ve pabuçlarım… Yol alıyoruz, sonunda
bizi bekleyen biri varmışçasına telaşla. Kalp çarpıntısı eşlikte, dudaklar
ıslıkta, eller kollar uçarı, gözler kaçarı…
Kimse bölemez, durduramaz bu yolculuğu. (Tahinli kurabiye satan fırın
durdurabilir bir tek.)
Sen misin bu kadar hızlı gitmek isteyen, al sana, çıkık bir
kaldırım taşına takıldı işte ayağın! Bağcıklar pıt pıt atmaya başladı, düğümler
çözülmeden elimde kaldı saçakları. Tek birer bağcıkla tutunuyorum artık
pabuçlara. Bari sürüye sürüye eve dönebilsem de o gelmeden bir çay koyabilsem
ocağa.
Bizim kaldirimlar onunu mu kesti 17 yas ozgurlugunun? Ciplak ayakla doneyim desen eve, yine kaldirimlar birakmaz, yaralarsin kendini.
ReplyDeleteSen yine de sakla o pabuclari :)
:) kaldırımların suçu yok aslında; telaşlı başın cezasını ayaklar çeker...
ReplyDelete