Wednesday 24 August 2011

KABUK

"Bir ses arıyorum
Yeni bir şiire başlamak için
Bir doğum çığlığı gibi kaçınılmaz
Çocuğun ilk ağlayışınca güzel
Bir ses.
..."
Sennur SEZER


Kımıldanıyor toprak. Önce köklerine dolanıp özsuyunu kirleten pisliğini temizleyecek ölüm yağmurlarının. Sonra dirilecek, yeniden.

Açmakta zorlandığı gözlerini ovuşturarak uyanıyor Saye. Ne zamandır uyuyor ? Yüzünde ve ellerinde, acı veren tuhaf bir gerilme...Ellerine bakıyor, kurumuş bir yaprağa benziyor elleri. Avuçlarında koyu kahverengi lekeler var. Derisi incelmiş, damarları seçiliyor. Ninesinin ellerini anımsıyor Saye ; ama ne oldu da ninesinin ellerine benzedi elleri böyle ? Omuzlarından gelen, parmak uçlarına kadar yayılıp yavaş yavaş sönen sızıyı yüzünde de duyumsuyor. Dokunuyor yüzüne, sanki kabuklaşmış. Duyduğu endişe yüzüne yansıdıkça acısı artıyor.

Gözüne gelen siyah perçemlerini düzeltiyor eliyle. Sekiz yaşında, kapkara zeytin gözlü bir erkek çocuğu Saye. Ürkmüş ve şaşkın, inceliyor uyandığı odayı, tanıdık değil : gri çatlak duvarlı, büyükçe bir oda. Ağır bir koku var odada, nefes alıp verişlerin arasından yayılan...Yan yana konmuş beş yatak, kapının yanında bir lavabo, üzerinde küçük bir ayna. Yataklarda uyuyan çocukların ince hırıltıları dolduruyor odadaki boşluğu. Çocuklardan biri sayıklıyor, anlaşılmıyor ne dediği. Bu çocuğu daha önce nerde görmüştü ? Yan mahallede top oynadığı çocuklardan biri herhalde. Onun yanındaki üç çocuktan birinin yüzü, ikisinin tüm vücudu sargı bezleriyle sarılı. Kıpırtısız yatıyorlar.

Başucundaki pencereden dışarı bakıyor Saye. Ağır ağır ilerleyen bulutların arasından kendisine yer açmış bir ışık demeti gözlerini kısmasına neden oluyor. Dışarısı da yabancı. Gökyüzü kirli beyaz, yeryüzü çıplak, ıssız. Uçsız bucaksız, çatlamış toprak gördüğü.

Yataktan inip aynanın olduğu duvara yürüyor. Ayak uçlarında yükselerek bakıyor yüzüne. Ayna karşısında kalakalıyor öylece, kendisi mi bu görüntü ? Korkulu bir rüyadan uyanınca yaptığı gibi sımsıkı kapatıyor gözlerini, ona kadar sayıyor içinden, gözlerini açıyor, herşey aynı. Gözlerinin etrafında ellerindekine benzer kahverengi lekeler var. Sanki derisi çekilmiş, gözleri dışarı doğru çıkmış. Korkuyor aynadaki yansıdan.

Annesini, babasını düşünüyor...nerdeler ? neden yanında değiller ? Sorularının cevabını bulma umuduyla odadan çıkıyor. Kapının açıldığı uzun, ince koridorda yürümeye başlıyor. Sağında ve solunda üzerinde kuru kafa resmi ve bilmediği bir dilden yazılar olan kapılar var. Koridorun sonundaki kapılardan biri açılıyor. Mavi üniformalı, kumral, genç bir adam beliriyor kapıda. Saye'yi farkedince bir telaş dalgası gelip geçiyor yüzünden, ona doğru yürüyor.

"Annemle babam nerde ? onların yanına gitmek istiyorum."

Adam çocuğun ağzından çıkan sözcükleri anlamıyor. Donuk mavi bakışlarının ardından düşünüyor: "Bu çocuk, ne kadar korkunç görünüyor böyle...şanslı sayılır yine de."

Saye dikkatlice bakıyor benzerlerini televizyonda gördüğü bu adama. Evlerinde bir akşam, babası haberleri izlerken...o zaman görmüştü. Babası kaşlarını çatmış, yüzü asılmıştı. Annesine dönüp başka bir ülkede yaşamaktan bahsetmişti. Kalkıp yatak odasına gitmişti annesi hiçbir şey demeden, Saye de peşinden...yeni yaptığı resmi göstermek istiyordu ama kapıyı açmamıştı annesi.

Adam elini tutuyor Saye'nin. Elini tutmak istemediği bu adamla gidiyor sesini çıkarmadan, annesine gittiğini düşünerek. Bir ses geliyor uzaktan, bu müzik...sabahları izlediği çizgi filmin müziği. Mavi üniformalı adamın ülkesinin tüm dünya çocukları için yaptığı çizgi film. Müziğin geldiği yere yöneliyorlar. Birkaç koltuk ve bir televizyonun olduğu odada, Saye'den birkaç yaş büyük gösteren bir kız çocuğunun yanına bırakıp gidiyor onu adam. Bir an için çizgi filme dalıyor. Ardından yanında oturan kıza çeviriyor bakışlarını ; kız da onun gibi esmer, gür, uzun siyah saçları var. Koyu kahverengi gözleri hep aynı noktaya balıyor. Hiç konuşmayacakmış gibi görünse de soruyor Saye:

" Neresi burası ? "
"Bilmiyorum."

Birkaç dakika sonra haberler başlıyor. Görüntüleri izliyorlar yalnız. Etrafa gülümseyerek zafer işareti yapan komutanlar, ailelerine kavuşan askerler, çorak topraklar...Yaklaşan ayak sesleri duyuluyor. Aynı adam giriyor odaya, televizyonu kapatıyor. Sert bakışlarıyla açmamaları gerektiğini söyleyip gidiyor.

"Senin annen nerde ?"
" Bilmiyorum."

Ondan başka cevap alamayacağını anlıyor Saye. Kimse yardım etmese de bulacak anne babasını...öfkeyle kalkıp koridora çıkıyor. Belki de rüya görüyorum diye düşünüyor yine, uyanacağım birazdan...Annesinden ayrılmayı hak edecek bir yaramazlık mi yapmıştı ki, düşünüyor ama bulamıyor. Hem nasıl olduysa hastalanmıştı da, biraz midesi bulanıyor, yüzü ve elleri sızlıyor.

İlerde, büyük bir kapı dikkatini çekiyor, insanların girip çıktığı. Kahkaha sesleri geliyor sık sık. Merakla vardığı kapının ardındaki büyük salona girince gözleri kocaman açılıyor ; daha önce hiç böyle bir yer görmemişti: büyük, parıltılı avizeler, ellerinde kadehler olan süslü kadınlar, mavi-yeşil üniformalı erkekler, dans edenler, değişik yiyeceklerle dolu uzun masalar ve orkestra...

Gözleri orada da aramaya başlıyor anne babasını. Görünmez olmuş sanki, kimse onun farkında değil. Birkaç adım ötede iki adam sohbet ediyor. Daha genç ve esmer olanı, göğsü parlayan yıldızlarla dolu, yeşil bir askeri üniforma taşıyor üzerinde. Siyah takım elbiseli, sarışın, orta yaşlı olan :

"Bu harekat, bizi çok zorlamadı açıkçası... takip eden isyanlarla uğraşmak daha yorucu" diyor genç olana dönerek. En derin kaygıları geride kalmışçasına bir memnuniyet var yüzünde, sararmış dişleri ortaya çıkıyor gülerken. Diğeri, elindeki kırmızı şaraptan bir yudum alıyor, yüzünü ciddileştiren bir kaş hareketiyle yanıtlıyor "Bizim desteğimizi unutuyorsunuz sanırım". Konuşurken kendinden geçiyor sanki, iri bedeni sallanıyor sesinin yükseldiği anlarda.

"Neyse, hepsi bitti artık. Bu tatsız konuları bırakalım. Oğlumu ve karımı nasıl özledim bir bilseniz. Oğlum dokuz yaşına girdi üç gün önce, yanımda fotoğrafı olacaktı...hah, işte!"

Işıltılı kalabalıktan ürküp salondan çıkıyor Saye. Bir ahtapot gibi saran koridorlar karşılıyor onu yine. Ellerinin acısı giderek artıyor. "Benim oğlum ağlamaz" derdi ya babası. Yanıbaşındaki pencereden gökyüzüne bakıyor. Gri bir bulut gizlemiş güneşi. Yağmur çiselemeye başlıyor. Çorak toprak, yağmuru kucaklıyor.

- "İnsancıl" Dergisi, Ağustos 2004 /08 -

No comments:

Post a Comment