Thursday 11 August 2011

"Hoşgeldin Ya Şehri Güllaç"



Güllaçla biraz geç, taaa üniversiteye giderken tanıştım. Hatta, bir arkadaşımın evinde yediğim güllaçı o kadar sevdim ki, "ben niye bunu daha önce yemedim ya" deyince, bu tatlının sadece Ramazan ayında ortaya çıktığını ve sonra Ramazan'ın şatafatından nasibini almadan sessizce köşesine çekildiğini de o zaman öğrendim. "Bir aylık tatlı mı olur ya" diye iç geçirmeden edemedim. Düşünsenize, siz böyle bir tatlı olduğunu biliyorsunuz, hatta bazen canınız çekiyor ama yok, hiçbir yerde güllaç yaprağı satılmıyor. Herkes el ele verip, güllaçları kilit altına alıyor, güllaç satışı durduruluyor. Ne biçim bi geleneksel inatçılık bu böyle şaştım kaldım. Bence sosyal bilimcilere güllaç üzerinden korunmaya çalışılan şeyi/yapıyı tahlil etmek düşer. Yok mu buna kafa yoracak, yormak isteyecek bir zatı muhtereeeeeem.

Neyse... Ben konumuza döneyim. Şimdi "Hangi konumuz?" diye soracaksınız biliyorum ama güllaç girizgahtı yahu, yani güllaç şahane ama konu için bahane ;) Başlıyoruz...

Bir insanın "Ben güllaçla üniversitede tanıştım" demesi aslında çok şey anlatır. Ama tabi üzerinde düşününce. Çünkü bu, onun Ramazan'a ve dolayısıyla temsil ettiği "şey"lere dair duruşunu, Ramazan'a dair duruşu onun toplumsal yerini, hatta aidiyetini, kimliğini deşifre eder. (Daha kapsamlı analiz kısmını yine geçiyorum, çünkü bi şeyi de çok uzatmadan anlatmak istiyorum yahu ;)...) Nerede kalmıştık? Heh Ramazan diyordum. Annemin gece yarısı sessizce kalkıp mutfağın ışığını yakıp yattığını hatırlıyorum hayal meyal. Ya da gece bi ara çişe kalktığımda yanık bulduğum mutfak ışığının, sabah ne hikmetse, daha kimse uyanmamışken çizgi film izlemek için kalktığım sabahlarda bile kendiliğinden kapatılmış olduğunu. Çocuktum ya, tabi aradaki bağlantıyı kuramıyordum; bi gün önce annem yaktığına göre yine annem yakmış ve sonra da tabi yine annem kapatmıştır ben görmesem bile, diye...

Şimdi tatlı Ramazan sohbetleri ile masanın başında olanca şirinliği ile toplanmış çoluk çocuk nene-dedeli koka kola reklamlarını, Başbakanımız ve "en Müslüman" olmak için yarışan diğer siyasilerin Ramazan'da hoşgörü, ekmeğini paylaşma çağrılarını duydukça midemde bi yanma ve kusma hissi başgösteriyor. Annemin hangi korkularla uykusunun en tatlı yerinde o ışığı yakmak için kalktığını anlatmak bile gelmiyor içimden. O vakit Ramazan'ın tatlı güllacı acılaşıyor. Ama insana dair umut (soldan sağa 1) Bir sütlü tatlı!) güllaca kendi tadını iade ediyor yeniden. "Hoşgeldin Ya Şehri Güllaç" mahyası asmak istiyorum ben de penceremin pervazına... Afiyetle,

işyeri- 11/08/2001

2 comments:

  1. Oy ben sana kurban olayim, seni gullac deyip yiyeyim, hosgelmisin...

    ReplyDelete
  2. Ya bu ne böyle torununu seven neneler gibi :) insanın böyle afra tafralı yazası kaçıp, çocukluğuna dönüp agu falan diyesi geliyor... :)

    ReplyDelete