Saturday 6 August 2011

Çağatay hocam...



"Gitmeden özlediklerim" diyemedim başlığa. Geride kalmayacak çünkü, hep içimde canlı kalsın istiyorum sohbetlerimiz...

Ne zamandır niyetleniyordum anlatmaya. Lakin zor. Çünkü Çağatay hocamın şimdiye dek gelmiş altmış yıllık kalp atımında birden çok insanın yaşamına sığacak yaşamaklar var. Onun bendeki izini tarif etmem de zor, ama yapmak istiyorum, elimden geldiğince...

Bugün odasına uğradığımda, bir çocukluk hatırasını paylaştı benimle: ilkokullu Çağatay, mezarlıkta açık ayak kemikleri görüyor. O sıralar okulda tabiat bilgisi dersinde konu vücudumuz ve iskeletimiz...ayak kemiklerine ip bağlayarak leğen kemiğine kadar çekmeyi başarıp sürüklüyor eve, içinde ertesi gün kemikleri okula götürüp arkadaşlarına gösterme hevesi. Ama çarşıdaki hesap eve uymuyor; sen misin etine kemiğine kadar tabiat bilmek isteyen!. Çok titiz bir kadın olan annesi durumu farkedince alıyor hortumu eline, önce iki şaplak, ardından musluğa takıp muzırı bir güzel yıkıyor, elbiselerini de yakıyor, üstüne bir de polise haber veriliyor!. "Ama hocam," diyorum "siz uslu bir çocuktunuz hani?". "Öyleydim" diyor, " meraklıydım yalnız, çok gözlemlerdim, gördüğüm herşeyi taklit ederdim..."

Yaşamı, böyle sürmüş sonrasında da, sorumluluk duygusu hiç hafiflemeyen, insana, dünyaya dair ve bu yolda başına gelecekleri hep göze alan, hiçbir "taraf"a uymazken de doğru bildiğini söylediğinde...

Karşısına öğrenci ya da asistan olarak gelip de yaşamına dokunmadığı kimse yoktur hocamın. Yalın bir kıssadan hisseye varan bir anı, fıkra, kesit ile çalıverir gönülleri. Azık torbasındakileri sakınmasızca paylaşırken daha önce hiç bulunmadığı çıkmazlara sevkedip zorlar usu ,insanın içebileceği kalitedeki sudan bahsederken, "sosyal iyilik hali"nin ne olduğu üzerine kafa yoruyor bulursunuz kendinizi ya da bir fabrikanın atık sorununu ve kapatılmasını konuşurken o fabrikada çalışan işçiler için de çözüm aramaya başlarsınız. "Sizin tek bir kusurunuz var çocuklar" der, "kendinizi büyük hayallere layık görmüyorsunuz".

Yok, anlatamayacağım hakettiğince. Belki de burda bitirmek istemeyişimden bu kalakalma hali, belki de ondan cisim olarak uzaklaşacak olmanın ağırlığı...bırakayım dizeler konuşsun.


OKYANUS

Acıyla gülümsedi gözleri
ayağa kaldıran beni
kanadım kırıldığı vakit

İğneli kederin ellerini
kucağında bir kedi gibi okşayan adam
çekip aldı beni
fırtınadan

Kağıttan gemi
ıslanmış benliğim
kurudu sıcağında

bilmem hazır mı,
okyanuslara.

No comments:

Post a Comment